13/07/2025

Kırık Teraziler

Sabah güneşi, küçük kasabanın taş sokaklarını altın gibi boyarken, Halil amca dükkânının kepenklerini kaldırıyordu. Yıllardır aynı düzen, aynı saat, aynı merhaba… Ama o gün işler biraz farklıydı. Karşı dükkanın önünde toplanan kalabalık, kasabanın alışık olmadığı bir gerginlik taşıyordu.

Kasabanın en büyük manavı olan Kemal Bey, genç bir çocuğu dükkânının önünde sert sözlerle azarlıyordu. Çocuğun adı Yusuf’tu. Annesi geçen yıl vefat etmiş, babası da kasabanın dışında bir inşaatta çalıştığı için çoğu zaman yalnız kalıyordu. O gün, Yusuf elinde sadece birkaç bozuklukla manava uğramış, bir kilo elma almak istemişti. Ancak parası yetmeyince tartıda biraz eksik meyve istemişti.

Kemal Bey ise bunu bir "hırsızlık" girişimi olarak görmüş, çocuğu bütün mahallenin önünde küçük düşürmüştü. “Fakirsen gelme kardeşim, burası sadaka yeri değil!” diye bağırmıştı. Yusuf’un gözleri dolmuş, bir şey diyemeden oradan uzaklaşmıştı.

Bu sahne Halil amcanın gözünün önünden gitmiyordu. İçindeki adalet duygusu kabarıyor, ama ne diyeceğini bilemiyordu. Çünkü Kemal Bey sadece bir manav değil, aynı zamanda kasabanın belediye meclisinde sözü geçen, güçlü bir adamdı.

O gün akşam saatlerinde, Halil amca küçük dükkânında Yusuf’u tekrar gördü. Sessizce camekânın önünde durmuş, içeriyi izliyordu. Halil amca kapıyı açıp “Gel bakalım delikanlı, yardıma ihtiyacım var,” dedi.

Yusuf önce çekinse de sonra içeri girdi. Halil amca ona bir kasa elma uzattı. “Bunlar ezik, satamam. Ama tatları yerinde. Yardım et de beraber ayıklayalım.” Yusuf’un gözleri parladı.

O günden sonra Yusuf her gün dükkâna gelmeye başladı. Halil amca ona hem çalışmayı öğretiyor, hem de dürüstlüğün ne demek olduğunu gösteriyordu. Birkaç hafta içinde, Yusuf’un kasabadaki itibarı değişmeye başladı. Artık kimse onu ‘fakir çocuk’ olarak değil, çalışkan bir genç olarak görüyordu.

Ama asıl değişim, Halil amcanın beklemediği bir yerden geldi. Bir gün belediyeden bir memur geldi ve Kemal Bey’in terazilerinde hile yaptığını, müşterilere eksik ürün sattığını açıkladı. Şikâyet üzerine yapılan denetimde her şey ortaya çıkmıştı. Kemal Bey’in dükkânı geçici olarak kapatıldı, itibarı sarsıldı.

Kasaba halkı, bir çocuğu haksız yere suçlayan bir adamın aslında yıllardır gizlice insanlara haksızlık ettiğini öğrenince büyük tepki gösterdi. Halil amca ise sessizce olanları izliyor, Yusuf’un bir köşede meyve kasalarını düzenleyişini gururla seyrediyordu.

Çünkü bazen adalet, en sessiz insanların ellerinde yeşerir. Ve en büyük haksızlıklar, küçük bir çocuğun gözyaşlarında kendini belli eder.

Devamını Oku

Gümüş Kanat ve Kayıp Orman

Bir zamanlar, yeryüzünden gizlenmiş, sislerle örtülü bir ormanın içinde Gümüş Kanat adında bir baykuş yaşardı. Gümüş Kanat’ın tüyleri ay ışığında parlar, gözleri yıldız gibi ışıldardı. Bu ormanın adı kimse tarafından bilinmezdi çünkü bir kez giren bir daha çıkamazdı. Ama Gümüş Kanat ormanın her köşesini bilir, kaybolanlara rehberlik ederdi.

Bir gün, ormana küçük bir çocuk girdi. Adı Elif’ti. Annesinin kaybolan kolyesini bulmak için evlerinden uzaklaştıktan sonra yanlışlıkla bu gizli ormana adım atmıştı. Ağaçlar sık, sessizlik yoğundu. Elif korkmuştu ama ağlamadı. Çünkü annesi ona şöyle demişti: “Korktuğunda cesur olmak, cesaretin kendisidir.”

Elif yürümeye devam etti. Derken bir ağaçtan “Huuhuu” sesi duydu. Başını kaldırdı. Gümüş Kanat, bir daldan ona bakıyordu.

“Senin burada ne işin var küçük insan?” diye sordu Gümüş Kanat.

“Elmas gibi parlayan bir kolyeyi arıyorum. Anneme ait. Ormana yanlışlıkla girdim.”

Gümüş Kanat gözlerini kırpıştırdı. “Kolyeni bulmana yardım ederim. Ama bu ormandan çıkabilmek için bir kalbin neyle dolu olduğunu kanıtlamalısın.”

Elif ne anlama geldiğini bilmiyordu ama başını salladı. Gümüş Kanat kanatlarını açtı ve “Takip et!” dedi.

Birlikte derin vadilerden geçtiler, ışıltılı mantarların arasında yürüdüler. Her adımda orman daha da tuhaflaşıyordu. Ağaçlar konuşuyor, taşlar yer değiştiriyordu. Derken bir göletin kenarına geldiler. Suyun içinde Elif’in annesinin kolyesi parlıyordu. Ama etrafı siyah dikenlerle çevriliydi.

Gümüş Kanat, “Bu gölet, kalbin yansımasını gösterir. Eğer niyetin bencilse dikenler seni durdurur,” dedi.

Elif derin bir nefes aldı. “Bu kolyeyi almak istiyorum çünkü annemi mutlu etmek istiyorum. Onu üzdüm, ama onu seviyorum.”

Tam o anda dikenler geri çekildi. Elif kolyeyi alıp göğsüne bastı. Suya baktığında kendini değil, annesinin gülümseyen yüzünü gördü.

“Kalbin doğru yerde,” dedi Gümüş Kanat. “Şimdi eve dönme zamanı.”

Birden ormanın sisleri açıldı, Gümüş Kanat kanat çırptı, Elif’in etrafı ışıkla doldu… ve gözlerini açtığında kendini evinin kapısında buldu.

Annesi şaşkın ama mutlu bir şekilde kapıyı açtı. Elif kolyeyi uzattı.

“O kadar kıymetli ki,” dedi Elif. “Ama en kıymetlisi senin yanında olmakmış.”

O günden sonra Elif ormanın adını hiç söylemedi. Ama bazen geceleri pencereden bir baykuş sesi duyduğunda hafifçe gülümsedi. Çünkü bazı yerler sır olarak kalmalıydı.

Devamını Oku